Nur'un Kahramanları

BAHRİ ÇAĞLAR

HACI BAHRİ Çağlar Ağabey 1899 Barla doğumludur. Ağustos 1984’te Barla’da vefat etmiştir. Bahri Ağabey, 1927 senesinde Barla’ya nefyedildiğinde Bediüzzaman Hazretlerini bir hafta kadar evinde mi- safir eden dershanenin bitişiğindeki Yokuşbaşı Mescidi’nin imamı Muhacir Hafız Ahmet’in damadıdır.

Muhacir Hafız Ahmet (Karaca) ismi risalelerde çok geçer. Emirdağ Lâhikası’nda Bahri Ağabey’den bahseden cümleler ise şöyledir:

“Bahri ve evlâtları, üç Asâ-yı Mûsâ yazdıklarını şimdi haber aldım. Muhacir Hafız Ahmet’le Barla’da kar- deşlerimizin hesabına hem Kâzım’ın hem berber Mehmet’in ciddî, halisane mektupları Lâhikaya girmeye hak kazandılar ve Bahri’nin güzel manzumesi, küçük bir medrese-i Nuriye hesabına tam girebilir.” (Emirdağ Lâhikası-I, 165)

Bahri Çağlar ağabeyi Barla’da muhtelif ziyaretlerim oldu. Kendisinden dinleyip kaydettiğim hatırat şöyledir:

BİRİSİ GELSE, ELİNDEKİ ÇAYINI VEYA YEMEĞİNİ HEMEN VERİRDİ

“Üstad, yemek yerken veya çay içerken birisi gelse, elindeki çayını veya yemeğini hemen ona verirdi. Ha- vaların mülâyim olduğu zamanlarda içeride oturmaz, dışarı çıkardı. Bilhassa güneş olduğu zaman, zemheri bile olsa… İşte medresenin (Barla’daki evinin) büyük salonu var ya, orada sabahleyin kuşluk vakti çay içer, merdivenden çıkan birisi olursa, kim olursa olsun elindeki çayı ona verirdi. Bardak yarım da olsa, birkaç yu- dum içmiş de olsa verecek… İçmesen olmaz, üzülürdü. Onun için ben Üstad’ı çay içerken gördüm mü merdi- vende gizleniyordum! Merdivende bir kere gördü mü çay verecek… Halbuki çaydanlıkta çay dururdu. İllâ iç- tiğini verirdi…

“Üstad, elinde çay tepsisi olduğu halde, çınar ağacındaki köşke, merdivenlere yapışmadan çıkardı.

ÇINAR AĞACI HAKKINDA…

“Üstad derdi: ‘Ehl-i hükümet gelsin, desinler ki: ‘Şu ağacın bir dalını keseceğiz, sen de razı olacaksın; 10 bin lira vereceğiz, bu parayı da Risale-i Nur uğruna sarf edeceksin.’ Vallahi rızam yoktur!’

AĞAÇTAN KOPARMA, AĞACIN ALTINDAN BUL

“Bir gün Üstad bana, ‘Bir tane çam ağacı tohumu getir’ dedi. Ben şöyle elimi uzattım, ağaçtan kopartayım dedim. Üstad: ‘Hayır, ağaçtan kopartmayacaksın, altına düşenlerden bulacaksın’ dedi ve bulduk.

ÜSTAD NASIL DUA EDERDİ?

“Akşam namazından sonra duadan önce Yâsin ve Tebareke’yi okuyor; önce evliya-i azimeyi, sonra erkânı isimleriyle zikrediyor. Dua bittiğinde yatsı olmuş oluyor. Yatsıdan sonra Zübeyir Ağabey Üstad’ın yatağını düzeltiyor, Üstad kapıyı kilitleyip yatıyor. Zübeyir ağabeye, ‘Abdestin varsa kal, yoksa git’ diyor.

“Santral Sabri’ye Üstad diyor: ‘Yâsin-i Şerif’i okuyacaksın; arkasından İhlâs’ı, arkasından da Cevşen’i oku- yacaksın. Üç büyük cenazenin ruhuna hediye edeceksin…

“‘Üç büyük cenaze: 1. Dünyanın geçmiş ömrü, 2. Ecdadın geçmiş ömrü, 3. Kendi geçmiş ömrün…’

PAPA’NIN CEVABÎ MEKTUBU BENDE

“Üstad, Papa’ya Zülfikâr’ı gönderiyor. Papa cevaben mektup yazıyor. Mektuptan bir parça:

“‘O güzel el yazılı göndermiş olduğun Kur’an tefsiri Zülfikâr mecmuasını aldım. Cenab-ı Hak sana lütuf ihsan etsin.’

“Bu mektup şimdi bende…

ASÂ-YI MÛSÂ HEDİYE ETTİM, KARŞILIĞINDA HAVLU VERDİ

“Üstad’ı Emirdağ’da ziyaret ettim, kendisine Asâ-yı Mûsâ hediye etmek istedim. Karşılıksız almak istemi- yordu. Kendisine ‘Yâ Üstad! Dünyaya ait bir şey olsa almıyorsun, işte bu, kitaptır’ deyince aldı. Karşılığında teberrüken bir havlu verdi. Havluyu halâ saklıyorum…

EĞİRDİR MÜFTÜSÜNÜN VERDİĞİ ELMA

“Eğirdir müftüsü halim selim bir insandı. Risale-i Nurlara hayrandı. Bir gün mendiline elma dürmüş, Üs- tad’a getirdi. Üstad taksiye binmiş, hareket etmek üzere idi. Müftü hemen ilerledi, elmayı uzattı. Elma 50 kuruş etmezken Üstad çıkardı iki gümüş lira uzattı. Müftü mahcup oldu, almak istemedi. Bunun üzerine, ‘Şuna söyle, parayı alsın’ gibilerden benim yüzüme bakınca, müftü efendiye parasını almasını söyledim. Ve aldı.

NUR’UN İLK KAPISI”

“Burdur’da yedi ay kalan Üstad, Barla’ya geldiğinde bir kitabı ciltlenmiş olarak Sıddık Süleyman’a veriyor. Tâ 25 sene sonra Üstad tekrar Barla’ya gelinceye kadar saklamış. Bir ara ben de o kitabı gördüm ve bir nüsha yazdım. Üstad Barla’ya gelince, Sıddık Süleyman kitapların ikisini de Üstad’a getiriyor. Üstad hemen Isparta’ya gönderip çoğalttırıyor. Kitaba bu ismi, yani ‘Nur’un İlk Kapısı’ ismini koydu. Bu mesele ‘Nur’un İlk Kapısı’ kitabında Üstad’ımız tarafından şu şekilde izah edilmektedir:

“‘Gayet acip ve garip ve beni gayet hayrette bırakan bir hadise-i Nuriyeyi beyan edeceğim: Risale-i Nur’un birinci medresesi ve tarlası olan Barla karyesine, 25 senelik bir müfarakattan sonra aynen maskat-ı re’sim Nurs karyesine karşı olan sıla-i rahimden daha ziyade bir saikle geldim gördüm ki:

“‘…Sonra gayet zevkli ve neşeli bir halet içinde iken, sekiz sene hiç gücendirmeden mükemmel bana hiz- met eden Sıddık Süleyman bana bir kitap getirdi. Açtım baktım ki, Eski Said ile Yeni Said’in birbiriyle müna- zara edip nefs-i emmareyi susturan ve şuhut derecesindeki hakikatleri ihtiva eden on üç ders olup, bu on üç dersin doğrudan doğruya Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan’ın ayetlerinden aynelyakine yakın bir surette Yeni Said’e ders olduğunu ve bütün bu derslerde doğrudan doğruya birinci muhatap Said olduğunu gördüm. Küçük Sözler’in ve bazı mühim Sözlerin çekirdeklerini ve bir kısmının tam izahlarını içinde gördüm. Bu eser, bana çok ehemmiyetli geldi. Asla ve kat’a hatırıma gelmemişti, bütün bütün bu eseri unutmuştum. Vücudunu hiç bilmiyordum. Sıddık Süleyman’ın sekiz sene sadakatli hizmetinin tam bir yâdigârı nev’inden, onun gayet bü- yük bir hizmeti hükmünde kabul ettim, bin barekallah dedim.’ (Nur’un İlk Kapısı, 6-7)

50 SENELİK ÖCÜMÜ 50 DAKİKADA ALABİLİRİM, FAKAT…

“Bir gün kardeşim, ben ve Üstad, Barla bahçelerinde oturuyorduk. Üstad bize ders veriyordu. Bir ara dedi: ‘Risale-i Nur’un 600 bin fedakâr talebeleri var, parmağımı şöyle bir kaldırıversem 50 senelik öcümü 50 da- kikada alabilirim; fakat hep böyle yapıyorum (Bahri Ağabey, Üstad’ın yaptığını göstermek için, ellerini önü- ne bağlayıp, boynunu önüne kırıp biraz bekledi). Bunlara acıyorum (büyümekte olan çocukları ima için, avu- cu yere bakacak şekilde elini kademe kademe yukarı kaldırdı).